13 Ağustos 2011 Cumartesi

Kavgamızın Mahir'i


Bir slogan yankılanıyor Niksar’ın dağlarında ve ovalarında;

“Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik!”
Mahir Çayan ile ilk tanışmam bir video paylaşım sitesinde Grup Yorum şarkısında olmuştu. Ulaş Bardakçı ile mahkeme salonunda karşılaşıyor, birbirlerine sarılıyorlar ve bir jandarmanın omuzundan bastırması ile yerine oturuyordu. Bu görüntü şu anda aklıma geldikçe yine duygularınım, yine tebessümle hatırlarım.. Ben bu yazıda Kızıldere’de ne oldu ne bittiyi anlatmayacağım, devrim için ödenen bedelleri ve hayat-ölüm tartışmasını kendimce yorumlayacağım..
Kızıldere hepimizin ortak görüşü olduğu gibi bir özgürlük manifestosudur. Kanla yazılan tarihin hiç bir zaman silinmeyeceğini, gencecik bedenlerin bu dünyadan koparılmasına rağmen fikirlerinin dilimizde, bayraklarının elimizde olduğunun göstergesidir. İdeolojik olarak durumu ele aldığımızda hiç bir devrimin bedelsiz olarak kazanılmamıştır, devrimcilerin kanıyla sulanmıştır dört bir yan. O yüzden devrimcilere yönelik en büyük eleştirilerden biri “şehitlik” kültü ve “ölümü kutsama” olmuştur. Bu tamamen hümanist bakış açısı ile irdelenmiş ve tutarsız bir savunmanın tezahürüdür. Tarihin bir tokat gibi yüzümüze çarptığı sınıf savaşımı gerçeği ortadayken elde etmek istediğimiz zaferlerin mücadelesiz, kayıpsız, zararsız atlatılabileceğini düşünmek çok ama çok ütopik olur. Tarihimizin mücadele pratiğinin ortaya koyduğu bir gerçek var; her ölüm aynı zamanda kazanılan bir zaferdir. Bunun en büyük örneği de Kızıldere’dir. Devrimci dayanışmanın, yoldaşlık bilincinin ne kadar yüce bir duygu olduğunu hatırlatmıştır bize Kızıldere. Yeri geldiği zaman ölmenin ne kadar büyük bir onur olduğunu anımsatmıştır.
Katliam sonrasını hatırlayın; oligarşinin sözcüleri, paralı kalemşörleri, yılgınlar, dönekler, hep bir ağızdan devrimci mücadelenin bitirildiğini, Kızıldere’nin “sonumuz” olduğunu ilan etmişti. Devrimci mücadelenin sonlandığını ve bu saatten sonra toparlanın imkansız olduğunu söylüyorlardı dört bir tarafta. Hatta o kadar ileri gitmişlerdi ki Mahir’leri maceracı olarak nitelendirme gafletinde bile bulunmuşlardı. Oysa Mahir’in o gür sesi yankılanıyordu anadolunun dağlarında ve ovalarında;”Biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik!” İşte bu yüzden ölüm-yaşam kavramını salt hümanizm açısından inceleyerek devrimcileri kan ve kin kusan yaratıklar olarak görüyorlar. Oysa tarihte kan ve can bedeli ile kazanılmamış tek bir zafer yoktur. Ölümü göze alamamış hiç bir halk bağımsız olamamıştır, özgür olamamıştır. Bu yüzden Kızıldere de nesnel olarak Mahir’lerin katledilmesi gibi gözükse de aslında bir siyasi zafer olarak günümüze kadar gelmiştir. Çünkü ödemeyi göze aldığımız bedellerin büyüklüğü uğruna savaştığımız devrimin de bizim açımızdan ne kadar değerli olduğunu gösterir.

Katliam sonrasını hatırlayın; oligarşinin sözcüleri, paralı kalemşörleri, yılgınlar, dönekler, hep bir

Kızıldere’nin ne denli büyük bir siyasi zafer olduğunu oligarşinin sırf bu olayı unutturmak için köyün adını bile değiştirmesinden anlayabilirsiniz. Resmi olarak Kızıldere’nın adı Kızıldere değil Ataköy olmuştur. Yani bu hamleyle Mahir’lerin adını ve mirasını unutacağımızı öngörüyordu oligarşi; bu kadar basit ve anlamsız bir çabayla. Oysa ki bir direniş abidesi olarak belleklerimizde duruyor Kızıldere. Her kuşatmada “teslim olmayacağız, mahir’ler gibi marşlarla karşılayacağız ölümü” diye haykıran devrimcilerin varlığı buna ispat değil midir? 38 yıl sonra tekrar aynı yerde, Mahir’lerin vurulduğu yerde dalgalanan kızıl bayraklar buna ispat değil midir?

Grup Munzur’un Kızıl Anka parçasının girişindeki şu sözler her şeyi özetler nitelikte; “Zafere mahkum olanlar bedel ödemekten çekinmezler. O bedeli niçin ödediklerinin bilincindedirler. Dolayısıyla ölümleri küçülterek yeneceklerdir. Geçmişte olduğu gibi bugün de böyle olacaktır.” İktidar hedefimiz varolduğu müddetçe, emek sermaye çelişkisi yok olmadığı müddetçe biz bedel ödemeye ve ödetmeye devam edeceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder