18 Aralık 2010 Cumartesi

Hayata Dönüş..



O gün, akşam saatlerinde toplantı salonuna alınmış, gece yapılacak operasyonun ayrıntılarını dinlemeye başlamıştık. Acemi bir asker olarak bu durum karşısında oldukça telaşlıydım; Gece bir operasyon olacak, insanlar ölecek veya biz öleceğiz. Nedenini açıklamıyorlardı fakat nasılını iyice dinlemiştik. Operasyon yapacağımız yer bir dağ veya ova değil, eli kolu bağlı, etrafı dört duvarlarla çevrilmiş mahkumların kaldığı hapishaneydi.

Darbe sonrası apolitik çocuklar yetiştirme planına gayet güzel uyan, ne etliye ne sütlüye karışan, devletin imkanlarına biat edip onun yüce mekanizmalarının bozulmaması için dualar eden bir garip adamdım ben. Ta ki o operasyona kadar.

Gece saat 02:00 sularında operasyon bölgesine gitmek üzere yola koyulduk. Operasyon arkadaşlarım kendi aralarında konuşuyorlardı; Kimisi teröristleri öldürmenin yüceliğinden bahsediyor, kimisi vatan millet sakarya edebiyatı ile etrafını gaza getirmeye çalışıyordu. Ben ve Çanakkale'li bir asker dışında herkes ortamdaki muhabbete biraz olsun katılmıştı. O ise yol boyu sallanan araçta dalgın gözlerle silahına bakıyor, bakıyor, bakıyordu. Bu denli dalgın oluşunun altındaki sebebi operasyondan sonra öğrenecektim; Onun en yakın arkadaşı da bir “ terörist “ miş..

Bayrampaşa hapishanesi dışarıdan kale gibi bir yapı. İçine doğru ilerledikçe yüksek duvarlar insanın üzerine üzerine geliyor. Ana kapıdan girdikten sonra operasyonun başlama talimatını beklemeye koyulduk. Bu sırada hapishanenin girişinden yüzlerce askeri araç içeri giriyordu. Operasyon için getirilen yüzlerce personelden biriydim sadece..

Yüksek amirler olay yerine gelmişti, birliklerin görev paylaşımları yapılmıştı. Saat 04:30 civarında herkes görev yerine dağılmak üzere oradan ayrıldı.. Çanakkale'li arkadaşla birlikte yaklaşık 16 kişi ana kapının sol tarafında bulunan, operasyonun kalbi diye nitelendirilen, ölüm orucundaki mahkumların kaldığı tarafa yöneldik. Hapishanenin içine girmemiz için kapı arkasındaki barikatları aşmamız gerekiyordu. Helikopterler hapishane üzerinde çılgınlar gibi dönüyor, hapishanenin üst tarafından, çatıdan içeriye girmek için özel birlikler hazırlık yapıyordu. Hapishanenin çatısını ağır balyozlarla delmek için uğraş veriliyordu. Bu sırada hapishanenin içerisinden sloganlar boş avluda yankılanıyor, ses dalga dalga bizim bulunduğumuz alana geliyordu. Biz barikatları aşmak için kapıya yükleniyoruz, sonunda koridorun kapısını aşmayı başardık. Karşıya doğru uzunca bir koridor vardı fakat aralıklarla demir masa ve bir çok eşya ile barikat kurulmuştu. Dışarıdaki birliklerden hapishanenin 13, 14, 15 ve 16. koğuşlarına doğru inanılmaz bir ateş curcunası başlamıştı. Mermiler havada uçuşuyordu resmen.



“ Teslim ol “ seslerine karşılık “ asıl siz teslim olun “ diyordu içerdekiler. Karşılarındaki tam teçhizatlı, tam donanımlı türk ordusu ve kolluk güçlerine bu şekilde direnebilmelerini idrak edemiyordum o zaman. Çünkü ben sadece “ ben”i bilirdim, “ben”den başkasını görmezdi gözüm. Başkaları için canını feda etmek değil düşünmek aklımın ucundan bile geçmezdi.. Ama o sırada üzerimize doğru kendini ateşe vermiş birini gördüm, alev alev yanıyordu bedeni.. Yanan bedeninin arasında dikkat çeken tek şey vardı, sol eli. Zafer işareti yaparak üzerimize doğru geliyordu. Orada bulunan herkes ne yapacağını şaşırmıştı, değil silaha davranmak, kılımızı kıpırdatamadık bu manzara karşısında.. Bir adam, alevler içinde yanıyordu. Çocukken elimi sobaya yanlışlıkla çarptığında hissettiğim o müthiş acıyı anımsadım birden.. Nasıl da ağlamıştım o gün, parmağım su topladı diye.. Ama bu adam, kızıl alevler saçarak üzerimize doğru yürüyordu, acının tek bir belirtisini taşımak bir yana, zafer işaretleri ile karşılıyordu bedenini saran alevleri. .O anda içimizdeki en kıdemli personel çekti silahını, taradı o alev içindeki bedeni. İnanır mısınız, o an hiç üzülmemiştim öldüğüne, aksine o yanık acısından bir an önce kurtulduğu için sevinmiştim. Nedendir bilinmez bu cesaretli adama karşı bir saygı duyma gereksinimi hissetmiştim kendimde.

Barikatları aşıp ilerlemeye başladığımızda içerideki sloganları daha net duyabiliyorduk. İçeri doğru girdiğimizde duvarların mermi izinden adeta delik deşik olduğunu gördüm. Barikatların içersinde montlar, parkeler, masa örtüleri gibi eşyalar da vardı. Geçişimizi yavaşlatmak için barikatları ateşe vermişlerdi. Mahkumlar biz geldikçe içerideki koğuşlara çekiliyorlardı, ve bu sayede karşılaşmamızı geciktiriyorlardı. Birkaç barikat daha aşmaya uğraşıyorduk. Dışarıdan koğuşlara doğru yaylım ateşi sürüyordu. Hapishanenin sonunda doğru gelmiştik, mahkumlar havalandırmaya doğru gitmek için hareket ediyorlardı yan tarafımızda. Birlik komutanı kapının aralığından bakıp içeriyi taramamızı emretti. İçeride yaklaşık 80 kişi, havalandırmaya doğru geçmeye uğraşıyorlar, ve biz onların üzerine ateş açacağız, tarayacağız. İnanılır gibi bir şey değildi bizden istenen. Bize karşı koyabilecekleri sadece bedenleri olan bu insanların üzerine ateş etmek.. Etmedim. çekildim kenarı, ağızlarından salyalar saçarak mahkumların üzerine ateş edenleri izledim. Kızdım, dişlerimi sıktım, ağladım evet. Mermi seslerinden beynim uğulduyordu ki, Çanakkale'li bağırarak kendini yere attı, sinir krizi geçiriyordu. Yanına kimseyi yanaştırmıyordu, silahı birliğe doğru tutuyordu.. Sonra silahı yere fırlatarak kapıdan dışarı koşmaya başladı bağırarak, ağlayarak..

Kapı aralığından açılan yaylım ateşi sonrası içerideki manzara dehşet vericiydi. Havalandırmaya geçebilen insan sayısı yaklaşık 20 kişiydi. Diğerleri kimisi yerde kıvranıyor, kimisi sürüne sürüne havalandırmaya geçmeye çalışıyor, kimisi de cansız yatıyordu. Duvar dibinde başından vurulmuş bir mahkum gördüm, kanlar boynuna doğru kıp kırmızı bir nehir gibi akıyordu.. Havalandırmadaki mahkumlar ise slogan atıyorlardı, ve birden halaya başladılar. Tepelerindeki çatılarda özel eğitimli keskin nişancılar, sağ ve sol taraflarında ise birlikler konuşlanmıştı. Bu manzaranın tam ortasında ise yaklaşık 20 kişi ölümün kıyısında, hatta ölüme çeyrek kala, coşku içinde halay çekiyorlardı. İnsan bu tablo karşısında ne diyeceğini şaşırıyordu.. Böyle bir coşku, böyle bir aşk, böyle bir anlayış hangi kitapta yazıyordu da, bu adamlar bu kitabı hatim etmişlerdi? İnanılır gibi değil..

Kalan mahkumlar birbirine kenetlenmiş bir şekilde duruyorlardı. Döve döve onları ayırdılar, yerlerde sürüklediler ve götürdüler. Götürürken de vurmaya devam ediyorlardı. Biz dışarı çıktığımızda hapishanenin önündeki ambulansları gördüm. Kadınlar koğuşuna doğru hızlı bir koşturmaca başlamıştı. Bu hengame arasında “ bizi diri diri yaktınız “ diye bağıran bir kadın mahkum vardı. Daha ne olduğunu anlayamadan önümden 2 tane ceset geçti.. Aslında ceset diyemem, bu öyle bir manzaraydı ki, insanın yüreği parçalanır. Kapkara bir şey geçti önümden, kömür karası. “ Katiller “ diyordu o kadın. “ Diri diri yaktınız arkadaşlarımızı “ diyordu. Yok, hayır böyle bir şey olamaz, olmamalı. Kapkara.. Kömür karası..



Bayılmışım. Acil serviste gözümü açtığımda başımda askerleri gördüm. “ amma da dayanıksız çıktın sen yahu “ dedi içlerinden biri.

Hastaneden çıkarken morgun önünde yüzlerce insan slogan atıyordu. “ eceviitt, çocuklarımızı devrimci yapan sendin, şimdi devrimciler diye öldüren de sensin “ diyordu bir amca.. “ Seninde ciğerin parçalansın ey asker “ diyordu bir anne, önündeki jandarmanın göğsüne vurarak. “ Hesabını soracağız bunların ey kahpe düzen “ diyordu bir genç, tüm hırsıyla, öfkesiyle..

Ben kim miyim? Bir insanın vicdanıyım. Şu anda açılan hayata dönüş operasyonu davasındaki piyonlardan biri olabilirim, belki de yargılanmıyorum. Ama insanların yüreğinde o operasyona katılıp en ağır cezaya mahkum edilmiş biriyim. Ve bunun vicdan azabını ömür boyu çekeceğim.

Kızım bana günün birinde “ baba sen katil misin “ sorusunu soracak diye ödüm kopuyor.

Not: Bu hikayedeki baş kahraman aslında varolup benim tarafımdan dillendirilmiş bir katildir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder