8 Aralık 2010 Çarşamba

Sokağın Köpekleri, Köpeğin Sokakları..

Yazın o bunaltıcı sıcağında atıyorum kendimi dışarı. İşten yeni çıkmışım, günün yorgunluğu henüz üzerimde. işyerimi arkamda bırakarak en yakın otobüs durağına doğru ilerliyorum. Karşıyaka çarşısı her zamanki gibi kalabalık, insanlar bir göktaşı yağmuru gibi akıyor üzerime üzerime. Onların arasından sıyrılmaya çalışıyorum, bazen öyle anlar geliyor ki yolumu el yordamı ile bulmak zorunda kalıyorum, o derece. Zar zor kendimi iskelenin karşısına bırakıyorum, en yakın durağa doğru sakin bir yolda ilerliyorum. birden gözüme iskele binasının gölgeliğine boylu boyunca uzanmış bir sokak köpeği sürüsü takılıyor. Bu yazın sıcağında bulmuşlar gölgeliği, ohh mis gibi uzanıyorlar diyorum kendi kendime. Fakat bu sözümü duymuşlar mıdır bilinmez, içlerinden ufak ve en atik olanı birden fırlıyor önüme doğru, uzatıyor kafasını ukalaca, başlıyor paçalarımı çekiştirmeye. Belli ki henüz 4-5 aylık bir yavru. o an önümden binmem gereken otobüs geçiyor, fakat bu paçamı çekiştiren kerata yüzünden kaçırıyorum otobüsü.

Göz göze geliyoruz, pişmanmışçasına eğiyor başını bana doğru. Bu yenik ama mağrur duruşu ile beni cezbediyor, resmen kendini sevdiriyor, önümde bir sirk oyuncusu gibi değişik atraksiyonlar yapıyor. Bu müthiş oyunculuk karşısında dayanamayan ben, yumuluyorum o kirli ama samimi gövdesine. Onu sevdiğimi gören diğer takım arkadaşları da etrafıma dolanıyor, hayda, sırası mı şimdi bu? ortalarına çöküyorum, o da ne, birden sesleri sanki kulağımda yankılanıyor. etrafımdaki insanlar mı konuşuyor acaba diye düşünüyorum fakat etrafımda insan yok ki! konuşmaya mı başladılar? yok artık diyorum, köpekler konuşmaz ki Şahin, adam sende! Ama hayır, konuşuyorlar işte, anlatıyorlar hikayelerini birer birer...

Hikayesini kendi ağzı ile anlatmamakta ısrar eden, takım içersindeki en hanım hanım ve ağırlığınca duran köpeğimiz bir çiftlikte doğmuş. safkan bir alman kurdu olması gerekirken, annesi dışarıdaki bir sokak köpeğinin cazibesine dayanamarak onunla çiftleşmiş, Tabi çiftlik sahipleri bunu hoş karşılamamışlar. ilk önce annesine gerekli muameleyi yapıp çiftliğin en gerisine hapsetmişler, sonra da bu yavrucağı koyuvermişler sokağa. daha ayakları toprağa basmayı bile henüz öğrenmişken bulmuş kendini yol ortasında. korkudan tir tir titriyormuş, hafifçe de yel esiyormuş üzerine doğru. Arabalar sağından solundan vızır vızır geçiyor, bizim yavrucak ta olduğu yerde mıhlanmış gibi kımıldamadan duruyormuş. birden yüksek bir korna sesinin ardından yanında bir araba durmuş, arabanın içinden bir kadın inmiş ve bizim yavruyu aldığı gibi atmış arabasına. sıcak bir yere girmenin vermiş olduğu rahatlama duygusu ile bizimki koyvermiş koltuğa kendini. kadın izmir'e girer girmez onu bir barınağa teslim etmiş. Barınağın kapısından içeri girer girmez büyüğü küçüğü tüm köpekler toplanmış etrafına. titreyen bacaklarına aldırmaksızın bunun üzerine saldırmışlar, gözüne gelen bir pençe darbesi ile kör olmuş. daha sonra bir aralığını bulup kaçmış barınaktan, dışarısı bu hapishaneden iyidir diyerek. Gün boyunca yürümüşte, yürümüş, bir damla su içmeden, bir kap yemek yemeden. fakat en sonunda akşama doğru çöpünü atan bir hanıma rastlamış, bunun tatlılığına dayanamayan kadın hemen kapmış bizim yavrucağı. Kısa bir süre onunla beraber kaldıktan sonra buradan da sıkılmış bizimkisi, yine sokaklara atmış kendini. O günden bu yana sokakta olduğunu söylüyor, inanın ben onun yalancısıyım.

Çektiklerinin vermiş olduğu bir ağırlık var anlattıklarında ve kendisinde. Sanki en büyük acılara katlanmışta çok ufak bir kısmını anlatıyormuş gibi hissediyorum.

Kangal gibi iri ve bir o kadar da şımarık olan olgun adamımız da kendi hikayesini anlatmaya başlıyor. diyor ki; safkan kangal sanılarak sivas'ın bir köyünden alıp buraya getirildim. Tabi ilk aylarda safkan olmadığımı anlayamadıkları için el üstünde tutuldum. Biberonla süt verdiler, kuş tüyü denebilecek yerlerde yatırdılar. Fakat bir gün gençlik aşısı denen o lanet şey için veterinere götürüldüğümde safkan kangal olmadığımı öğrendiler, ve o an koydular beni kapının önüne. allahın sivasından ta buralara kadar gelmişim, ne iz bilirim, ne yol bilirim. " ne yapacağım şimdi ben ?" diye düşündüm durdum. İki gün boyunca ağzıma tek lokma bir şey koymadım, susuzluktan dilim damağım kurudu, dudakların çatladı. O çöp senin bu çöp benim dolaştım durdum. İnsanların o gürültülü yürüyüşlerinden ve ihanetlerinden kaçmak için hep kenarından kıyıdan yürümeyi tercih ettim bitmek bilmeyen o uzun yolların. fakat yine de insanoğlunun aşağılık tacizlerinden kaçamadım. günü geldi tekme attılar, günü geldi kulaklarımı kesmeye çalıştılar. Ben ciyak ciyak bağırdığımda ise kahkahalarını patlattılar, arsızca, utanmazca. Ü
zerime kaynar su atmaya çalıştılar, geceleri üşüdüğüm için uluduğumda üzerime ateş açtılar. başka bir canlıya zarar vermenin ne gibi bir mutluluk ya da sevinç kaynağı olduğunu halen çözemedim ya, neyse. yani anlayacağınız büyüme çağıma gelene kadar hoşlartla, tekmelerle, küfürlerle, taşlarla karşılaştım, acı ama malesef gerçek. Büyüme çağımda ise babamın kangal annemin ise kırma bir köpek olması, ve benim babama çekmemden dolayı iyice palazlandım, insanlar yanıma yanaşmaya çalışırken bir kez daha düşünmek zorunda kalmaya başladılar. Bu fiziki güçlülüğümden defalarca yararlandığımı söyleyebilirim, şimdi bunlara detaylıca değinip kafanızı şişirmek istemem. Artık olgunluk çağıma geldiğimde, kör bir köpeğin yanında buldum kendimi. Belki de hiç mutlu olmadığım kadar mutlu oldum onunla..


 Bu duygusal sözlerin ardından bizim kangalın, hikayenin başındaki kör hanım abla ile haşna fişne olaylarına girdiğini anladım.

Hava kararmak üzereydi, bu köpeklerle yaklaşık 2 saatimi geçirmiştim. şaşkınlığımı üzerimden atamadan diğeri başladı konuşmaya ;

Ben bu sokak köpeklerinin içersindeki en safkan köpeğim esasında.. bakmayın böyle pespaye, üstü başı kirli göründüğüme.. En güzel köpek yetiştirme tesisinin en güzel yerinde doğdum, ve doğar doğmaz iyi bir " mal " olduğumdan hemen bir pet-shop'a verildim. Yaklaşık 1 ay kadar ufacık bir kutunun içersinde yaşadım, pisliğimi oraya yaptım, o kadarcık alanda sağa sola volta attım, uludum, havladım.. Ta ki bir gün genç ve güzel bir aile gelip, beni kızlarına karne hediyesi olarak alana kadar. İyi para etmiş olmalıyım ki, pet shop sahibinin yüzü oldukça gülüyordu.. sıcak ve bir o kadar da konforlu arabada uzun bir yolculuk yaptım, sonra da çatısı neredeyse göğe ulaşacak bir yerin 4. katında bir eve getirildim. İlk günlerde kızlarının kucağından inmiyordum, tabi bu durumdan en çok hoşlanan da bendim açıkçası. Sıcacık bir ev, yediğim önümde yemediğim arkamda bir ortam, daha ne isteyebilirdim ki? tabi bu mutluluk kısa sürdü, tuvaletimi neden evin içine yaptığım konusu gündeme geldi.. ben daha onlara bebek olduğumu anlatamadan, hoop bir tartışma koptu bu genç ve güzel çift arasında. kadın benim oldukça tüy döktüğümü, evin her yerine pislediğimi ve bu evden gitmem gerektiğini söylüyordu kocasına. fakat kocası da kızının ağlamalarına kulak vermiş olsa gerek, beni savunuyordu, hayır öğrenecek daha o küçük diyordu. az da olsa gururum kırılmıştı ama, dışarının acımasızlığına karşı bu evin güveni beni huzurlu kılıyordu. günler geçti, benim için artık tehlike çanları geçti derken birden karşıma belediye ekipleri dikildi. kadın beni kendi elleri ile belediye ekiplerine teslim etti, daha ne olduğunu anlayamadan. kız da artık benim gidişime eskisi kadar üzülmüyormuş olacak ki, arkamdan bakmadı bile. demek ki karne hediyesi olma sürem dolmuştu, yeni okul dönemi başlıyordu. pahalı bir oyuncak olarak gerekli vazifeyi görmüş, burjuvaların o güzel popolarını biraz daha kaldırmış, ve artık kenara çekilmiştim. belediye ekipleri beni en yakın barınağa götürdüler. tabi yüzlerce köpekle tanışmam hiç hoş olmadı, beni hırpalamaya kalkanlar oldu, ezmeye çalışanlar oldu. ben ise kendi kendime düşünüyordum, nereden nereye gelmiştim? bu düşünceler arasında uzunca bir müddet barınakta kaldım. bir gün temiz yüzlü yaşlı bir amca beni sahiplendi, ve evine götürdü. bana o kadar güzel baktı ki, hayatımdaki en mutlu günleri onun yanında geçirmiştim. ve bir gün vefat edince, 3 gün boyunca ağzıma yemek koyamadım üzüntüden. beni o pis ve sağlıksız barınak ortamından kurtaran, iki yıl boyunca öz evladıymış gibi bakan bu adamın gidişine çok üzülmüştüm. tabi o gittiği için bana yine bir yuva bulma problemi doğmuştu, çünkü yaşlı amcanın oğulları ve kızları evi hemen satmışlar, beni de kapının önüne koymuşlardı. sokağa çıktığım ilk gece, barınağa geldiğim ilk günkü gibi başka köpekler tarafından hırpalandım, suratımda pençe izleri hala duruyor.. derken bu duruma alıştım, artık koymuyordu çöpten ekmek yemek, başka köpeklerle kavga etmek. benim zoruma giden tek bir şey vardı ki, insanların bana sanki can düşmanıymış gibi hücum etmesiydi. ne yapmıştım ki ben onlara? bir tek gün üzerlerine yürüyüp havlamış mıydım ki, saldırmış mıydım ki? fakat onlar beni her gördüklerinde tekmelemeye çalıştılar, üzerime taşlar attılar, küfür ettiler, aşağıladılar.. neyse, canları sağolsun, bana iki yıl boyunca en güzel günleri yaşatan, insan kelimesinin en çok yakıştığı o " amca "nın hatrına hepsini affediyorum.. herneyse, amca deyince duygulanıyorum, ne yapayım. velhasili, o günden beri sokaktayım, karşıyaka'nın en büyük ve en sevimli çetesi olarak dolaşıyoruz sokaklarda..

Diyorum ki bu ufaklık kimin, hani şu otobüsümü kaçırmama vesile olan yaramaz?

Kangal kırması ile ilk hikaye anlatan köpeğimizinmiş bu sevimli şey.

Peki diyorum, benim aracılığım ile insanlara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Sözü en ağır ve annelik güdüleri ile en hanım olan köpeğimiz alıyor;

Sevgili Şahin, bakma bizim böyle itilmiş gözüktüğümüze.. Biz de zamanında şu anda evlerde bulunan köpekler gibi mis gibi yaşıyorduk. Fakat insanoğlunun bizi bir canlı yerine meta olarak görmesi, ve mal gibi sevgilisine, karısına, kızına, çocuğuna hediye etmesi, ve bir süre sonra bizden sıkılıp sokağa atması sonucu buradayız. biz de bir canız şahin, yaşıyoruz, nefes alıyoruz. aşağılanıp tekmelenmeye, küfür yemeye alıştık diyelim, fakat insanlar artık bize eziyet etmeye bayılıyorlar.. belediyeler bu işler için ekip kurmuş, bulunduğumuz parklara bahçelere zehir koyuyorlar.. bunun mantığı olmaz, bunu yapan bize göre insan olamaz.. yani anlayacağın..

Daha fazla konuşamıyor hanım köpeğimiz. Ben de tabi duygulanıyorum onun bu haline. Tam hepsinle vedalaşıp yanlarından ayrılıyorken hepsi birden arkamdan bağırıyor ;

Bir de Şahin, bu yaz sıcağından insanlar kapılarının önüne bir kap su koyarlarsa, sadece biz değil, doğada yaşayan türlü türlü canlılar bu sudan faydalanır. Yüzlerce arkadaşımız susuzluk çektiği için ölüyorlar, ve bize her türlü eziyeti yapan insanların bulunduğu şu dünyada bizim tek bir tüyümüze zarar gelse canı yanan, bizim iyiliğimiz için çırpınıp duran milyonlarca insanın varolduğunu da biliyoruz. Ve onlara diyoruz ki, lütfen kapınıza bir kap su koyun..

Gözlerim dolu dolu, bu sefer yetişeceğim otobüse diyorum.. yetiştiğim belki otobüs değil, daha evvelden kaçırmış olduğum insanlık seferidir, kimbilir..




1 yorum:

  1. çok etkileyici..onlardan öğrendiğimiz o kadar çok şey var ki aslında...tabii eğer farkındalığımız aktifse...

    YanıtlaSil